24 Ocak 2018 Çarşamba

Bu Orman Hepimizin Kaderi

Cizgi romanı sadece eglencelik isler-basit konular olarak dusunmek ne kadar da yanlis; memleketin en ciddi meseleleri de elbette CR'imiza zaman zaman konu olmustur. Afrin operasyonu, PKK-PYD'nin tartisildigi (daha dogrusu sadece gundemde oldugu) bu gunlerde CR'da Kurt sorununa goz atalim. Cok ornek var ama goze carpan bir-kac tanesinden bahsedelim (spoiler icerir).

Galip Tekin’in 1996 yılında çizdiği yalnızca altı sayfalık bir hikâyedir “Ben Dönecem”. Görünürde popüler kültürün değişik alanlarında pek çok kere işlenmiş bir konuyu ele alır: bir grup zengin, iktidar sahibinin sapkın zevklerini tatmin etmek amacıyla gerçekleştirdiği bir insan avını. Oysa görünürdeki yerelleştirilmiş insan avı macerasını biraz kazırsanız Tekin’in en keskin siyasi hikâyelerinden birine; memleketin en karmaşık, acılı meselelerinden Kürt sorunun alegorik bir anlatım denemesine ulaşırsınız.

Bu Orman Hepimizin Kaderi

“Doğu’nun en sefil köyünde” (Tekin, 2011a:43) yaşayan Ali Ekber’in hikâyesi köyüne gelen kimliği meçhul bir atlıyla başlar; atlı Ali Ekber’i evinde bulur ve birlikte köyün yakınlarındaki ormana giderler. Ormanda tek yapması gereken çıkışa kadar koşmak ve sağ-salim ormandan çıkabilmektir; geri döneceğine dair tüm inancı, ormanda koşarken gösterdiği tüm kararlılık ve azme rağmen nihayetinde nereden geldiği belli olmayan kurşunlardan kaçamaz. Ali Ekber’i bir av hayvanı gibi öldürenler kimlikleri açıkça zikredilmese de giysi, tavır ve İngilizcelerinden anlaşıldığı kadarıyla üç Amerikalıdır. Avlarının kulağını da ganimet ve av hatırası amacıyla keserek sahneyi ölümsüzleştirmek için bir de hatıra fotoğrafı çektirirler. Meçhul arabulucu Amerikanlılardan önceden yapılan pazarlığa göre parasını alır; paranın yarısı Ali Ekber’in ailesine verilir. Köyden çıkmak üzereyken bütün drama ve yaşanan acıya rağmen bir sonraki av partisinin gönüllüsü belli olmuştur bile. Zemberek yeniden kurulacak tüm döngü yeni baştan yaşanacaktır.   

Tekin hikâyede kirli av partisinde her şeyin arkasına yerleştirdiği, eylemin asıl planlayıcısı, sahibi ve tetiğin gerçek hâkimi olarak konumlandırdığı Amerikanlılarla Kürt meselesinde yabancı parmağını işaret etmektedir. Elbette köyle ilişkileri yürüten, para akışını sağlayan ve bundan nemalanan, işlerin plana uygun bir şekilde yürümesine yardımcı olan yerli bir işbirlikçileri, arabulucuları vardır. Eserlerinde yerli fantastik, bilim-kurgu ve korku anlatıları yaratmaya çalışan Tekin’in pek çok hikâyesinde varsa eğer asıl kötü adam da bizden, içimizden biridir; oysa bu politik hikâye özelinde seçilen kötü adamların Amerikalı olması manidardır. Çizgisi ve hikâyeciliği her ne kadar bambaşka yöne evrilse de Gırgır kökenli, Oğuz Aral talebesi Tekin’in böyle siyasi bir senaryoda Amerikalı ya da yabancı parmağı araması şaşırtıcı değildir; zira Gırgır ve sonrası pek çok mizah dergisi çevresinde yeşeren hâkim bakış olan milliyetçi solun ‘dış mihraklar’la her daim bir meselesi olmuştur. Levent Cantek, Gırgır ve Oğuz Aral’ın milliyetçi sol duruşunu şöyle özetler:

Solcunun da sağcının da gülebildiği bir dergi olarak Gırgır apolitik bulunmuştur ya da sol addedilmesine karşı çıkılmıştır. Oysa Gırgır, Akbaba’ya göre daha solda, kendisinden önce çıkan bir Markopaşa’ya ve kendisinden sonra çıkan Limon’a göre sağdadır. Benzer yargılar Oğuz Aral için de geçerlidir: çalışmalarında milliyetçi sol bir duruşu vardır, dış mihraklar takıntısı, laiklik ihtimamı göze çarpmaktadır. (Cantek, 2011:209)

Hikâyede ‘Enine boyuna’ konuşulan ve sonunda paylaşılan para da bir başka önemli merkezi unsurdur, ortada dönen av partisinin ekonomik paylaşımı sorunu Kürt sorunun var olmasından, çözülmeden sürmesinden beslenen ekonomik çarklara göndermedir. (Bundan yalnızca çizgi romanın yerli işbirlikçi karakteri değil bir kısım köylü de -Ali Ekber’in kendisi değil belki ama ailesi de- faydalanmaktadır.) Çark dönmeye devam ederken olan evine geri dönemeyen Ali Ekber’e ve bu işe başından beri itiraz eden tek kişi olan eşine olmuştur, geri kalan herkes ya halinden memnundur duruma ya da zorunlu olarak rıza göstermektedir. Hikâyenin sonunda döngünün başlangıç noktasına varılır, konumlar tazelenmiş olarak olayların aksamadan yeniden başlaması ve tekrarlanması için her şey hazırdır. Ali Ekber’den sonra ormana girecek yeni kişi belli olmuştur bile; Kürt meselesinin çözülmeden devamı için de kendileri için kaleme alınmış senaryo uyarınca kaderlerine razı olarak dağa çıkacak veya askere gidecekler de bellidir. Her şey döngünün kırılmadan devamını sağlamaktadır: terör eylemleri, operasyonlar, ateşkesler, çözümü bu sefer kökten sağlama iddiası taşıyan teknoloji harikası yepyeni silahlar, sertleşmeler, diyalog çağrıları... Döngü günümüze dek sürer, halen de sürmektedir.   
Tekin’in hikâyeyi çizdiği yıllar PKK eylemlerinin ve operasyonların yoğunlaştığı bir dönemdir. Bu dönemde Türkiye aynı zamanda özel harekât güçlerini ve “kulak kesme” eylemlerini de tartışmaktadır. Öldürülen teröristlerin cesetleri kimi zaman kulakları veya burunları kesilerek bir çirkinleştirmeye uğratılır. Tekin’in de yorumladığı bu eylem sadece avdan bir hatıra almak değil cesedin bir beden olarak bütünlüğünün yıkımıdır; geridekilere de net bir mesajdır aynı zamanda. Derviş Aydın Akkoç bu mesajı şöyle yorumlar:

Türkiye’de “çirkinliğin gücü” 1990’ların ortalarında keşfedildi. Bugünlerde yeniden görünür hale geldi. PKK üyelerine ait cesetlere yönelik çirkinleştirme uygulamalarının, Kürt toplumunda “sarsıcı” ve “sert bir darbe” yaratma amacıyla gerçekleştirildiği vakıadır. Cesetlere birer leş muamelesi yapılarak, mücadele edilen insanların, insan olmaktan kaynaklanan itibarları ellerinden alınıyor.[1]


Bu mesajın şiddetine ve tüm olan bitene rağmen yine de tercih ve umut bir arada yaşama olasılığı üzerinedir; Ali Ekber’in hayali oğlunun okuması ve subay olmasıdır, köyün ve ormanın yalıtılmışlığından, çaresizliğinden sıyrılması ve toplumla entegrasyonudur. Necdet Şen’in ‘Memet ile Memo’da (ikinci yazida ele alacagiz) kullandığı “aynı çığın altında” kalma metaforunun yerini Tekin’de “orman” almıştır; Ali Ekber’in ölmeden önce son sözlerinden biri “Bu orman hepimizin kaderi” olur. Hikâyenin üzerinden geçen bunca yıla rağmen o karanlık ormandan çıkış yolunu bulabilmiş değiliz.   



[1] Akkoç Derviş Aydın, “Pro Patria Mori: Vatan İçin Ölmek (Öldürmek) ya da Vahşetin Estetiği, 31.07.2010, http://www.birikimdergisi.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder